Bazen yazmayacak dahi olsam günlüğümün sayfalarını karıştırıp okumayı severim ben… Neler yapmışım, yazarken hangi duygulara girip çıkmışım, şimdi hangi duygular içerisindeyim ki bu sayfaları tekrar tekrar okuyorum.. Böyle böyle şeyler işte.. Tam olarak 17 senedir günlük tutuyorum ben 🙂 Vayyy bee.. Aslında böyle yazınca sanki 17 defterim olmalıymış gibi geliyor kulağa ama maalesef öyle değil.. Sanırım şu an 6.günlüğümü bitirmek üzereyim. Lise yıllarımda çok yazmamışım, halbuki en çok eğlendiğim yıllardı, belki de bu yüzdendir çünkü ne zaman moralim bozuk olsa, öfkeli olsam, bir şeyleri kırıp dökme, parçalama isteği uyansa içimde kağıda kaleme sarılıyorum hemen. Boşuna yazılmamış kutb-u alemin mektuplarında ‘kağıda dokunan kalem kibritten daha büyük yangın çıkarır’ diye.. Nitekim ben de zaman zaman kendi küllerimden yeniden doğuyorum işte böyle yaza yaza..
Eveeet gelelim 24 Ekim 2014 Cuma gününe.. 3 ay aradan sonra yine aldım bohçamı düştüm İstanbul yollarına.. İstanbul’da yaşadığım 1.5 sene boyunca oranın kıymetini bilmedim, hiç gezemedim demeyeceğim çünkü o zaman da tek başıma dahi olsa keşfe çıkıyordum yine. Tabi son iki sefer ki ziyaretlerim kadar doyumsuz değildi orada yaşadığım evliliğimin birinci senesi.. Ramazan ayında 10 gün boyunca İstanbul’daydım, Galata Kulesine çıktığım günlerdi, güzel günlerdi, o gezi yazımı da buradan okuyabilirsiniz. Daha başka başka yerlere de gittim ama yazamadım bir türlü
Bu seferki gezimin manevi ağırlıklı bir gezi olmasını istedim. Hep camileri, türbeleri gezeceğim dedim ki geçen sefer de o niyetle gezmek istemiş ama daha çok müzelerde dolanmıştım. Gezmeden önce mutlaka kendime bir plan yapıyorum ne de olsa burası İstanbul, zamanın kıymeti daha bir artıyor burada. Uzun zamandır Fatih Camii ve Fatih Sultan Mehmet Türbesine gidemedim diye üzülüyordum, listemde mutlaka gidilecekler arasında vardı, sonra Yıldız Sarayı’na doğru giderken önünden geçerken gördüğüm Bezmi Alem Valide Sultan Camii, denizin kıyısından sanki beni de görmeli ve iki rekat namaz da burada kılmalısın diyordu ve onu da listeme ekledim. Ve tabii yine o bölgede olan uzuuun zamandır tadilatta olduğundan dolayı bir türlü göremediğim Büyük Mecidiye Camii, herkesin bildiği o meşhur Ortaköy Camii. Kumpir ve Wafflecıların oraya giden herkes bu muhteşem eseri mutlaka görmüştür! Son olarak da bir gün önce çok kıymetli bir arkadaşımdan öğrendiğim Yahya Efendi Türbesi’ni ve Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Camii’ni ekledim listeye. Evet aynen şöyle bir şey oldu listem
Silivri’den çıkacağım için erkenden yol almam gerekiyordu ve 1 saat gecikmeyle de olsa sabah 10:00’da Yenibosna otobüsüne yetişmeyi başardım:) Yenibosna son durakta indikten sonra metroyla ilk güzergahım olan Fatih’e gittim. Metrodan indikten sonra en fazla 20 dak.yürüyüş mesafesinde kalıyor Fatih Camii. Ne güzel bir zamanlama oldu ki tam cuma vaktinde oradaydım. Anlamadığım bir şekilde camiye erkeklerle birlikte bayanlar da giriyordu, birkaç bayan arkadaşa sordum hayırdır cuma vakti camiye neden gidiyorsunuz diye, cuma namazı kılacağız dediler, bildiğim kadarıyla cuma namazı kadınlara farz değildi ama kılmak mekruh da değildi ben de onlar kılıyorsa ben neden kılmayayım dedim ve hemen abdestimi alıp dooğru camiye koştum, en az 50 bayan vardı cuma namazı kılmayı bekleyen. İlk cuma namazımı da Fatih Camii’nde kılmak nasip oldu ve ben o gün cuma namazının sadece iki rekat olduğunu da öğrenmiş oldum 🙂 Namazdan sonra camiiyi izlemeye doyamadım, bol bol dua ettim ve ne yazık ki Fatih Sultan Mehmet Han türbesi diğer bir çok yer gibi restorasyonda olduğundan içeri giremedim, ama dışarda uzuun uzuun tefekküre daldım ve hep o sevimli yaramazlar (camiinin meşhur kedileri) tarafından uyandırıldım. Başka alemlere dalmama izin vermediler.. Bunlar da objektifimden kareler
Keşke camiler her vaktim böyle tıklım tıklım dolu olsa…
Türbenin etrafında o kadar uzun vakit geçirmişim ki biraz daha geç çıksaydım ikindiyi de orada kılacaktım. Saat 15:00 gibi oradan ayrıldım, 3 saat kadar camii ve türbede vakit geçirmişim. (günlüğüme saati dahi yazmışım) Çıktıktan sonra tramvaya bindim ve tramvay da tam Kılıç Ali Paşa Camii önünde duruyor, ben tramvaydan indim ikindi ezanı okunmaya başladı, ayyyy dedim ne güzel ikindiyi de cemaatle kılacağım. İkindiden sonra o meşhur turuncu taşları aramaya başladım, hangi meşhur turuncu taşlar siz bilmiyorsunuz tabi, anlatiyim efendim:) Camiinin girişinde sağlı sollu turuncu renkli mermerden taşlar var, denilene göre Mimar Sinan öyle bir eser yapmış ki bu turuncu taşlar döndüğü müddetçe yapının yıkılma tehlikesi yok, ancak ne zamanki bu taşlar dönmez olur işte o zaman sıkıntı var demektir.. Bu bilgiyi de herkes bilmezmiş bana söyleyen arkadaşım öyle dedi ki baktım gerçekten de camiiyle ilgili bilgilendirme yazısında böyle bir şeyden bahsedilmemiş. İşte o meşhur turuncu taşlar ve tabi Kılıç Ali Paşa Camii
Bu da ısrar üzerine çektiğim o taşları döndürürme çabalamalarım 🙂 İyiki de videoya çek demiş bana, yoksa okuyanlar o taş nasıl dönüyor diye düşünüp duracaklardı belki de;)
Burayı da görüp ikindi vakti namazımı eda ettikten sonra rotamın üçüncü sırasında olan Bezmialem Camii’ye vardım. Yürüyüş mesafesinde zaten, objektifimden kareler
Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa Camii’nin hemen yanındaki çeşme, yakın zamana kadar su akıyormuş bu çeşmeden…
Yürüyerek gittiğim için bu güzel manzarayı da görmek nasip oldu, vaktim olsa oradaki çay bahçesinde oturup bir bardak çay içmek isterdim ama güneş batmadan Yahya Efendi Türbesi’nde olmam gerekiyordu bu yüzden çoooookkk hızlı adımlarla ilerledim.
Bezmi alem Valide Sultan Camii diğer adıyla Dolmabahçe Camii 1855 yapımı muhteşem bir eser. Denizin dibinde, işte objektifimden kareler
Veee sonradan gözdem olacak olan, Galata Kulesi’nden sonra İstanbul’da benim için ikinci mekanım diyebileceğim yere geldiimmmmm
YAHYA EFENDİ TÜRBESİİİİİİ….
Sırlı bir kapı açtın gönlüme
Şimdi mevsim geçer
Eylül gider, ekim gider
Sen kalırsın…
Haziranın merhabasında, Ağustosun ortasında, Ekimin elvedasında hep sen varsın
Günler desem, geçer gider, alışırsın
Haftalar günlere hasret kalırsa eğer
Yılları düşün geçip giden ömrümüzden
Yeditepe’nin masallarından bahset yeniden
Yarım bırakılmış öykülerini anlat bana İstanbul’un
Çünkü tamamlanmamış bir öyküyü istediğim gibi yeniden yazabilirim ben.
………………
………….
………
Doğaçlama yazdığım gezi yazımdan doğaçlama bir şiir yazdırıldı. Düzeltmesiz.
Yahya Efendi Türbesi ile ilgili yazacak hem çok şey var hem de hiçbir şey yok aslında. Aklımdakilerin kalabalığı kelimelerimi bölüp duruyor o yüzden ben de sizleri objektifimden karelerle başbaşa bırakıyorummm
Güneş gürub ederken ben Yahya Efendi Türbesi’nde cismen tek başıma olsam da manen baya kalabalıktım aslında…
Bu zamana kadar nerelerdeydin sen demek geçiyor içimden, gönlümün penceresinden gözümün nuruna tefekküre dalmış iken…
Yahya Efendi Türbesi’nde akşam namazını da cemaatle eda ettikten sonra son durağım olan Ortaköy Camii’ne doğru koyuldum yola. Ortaköy’de kuzenimle buluşacaktım, o da gecikince yatsı namazını da cemaatle Ortaköy Camii’nde kılmak nasip oldu, pek de güzel oldu doğrusu…
Benim için tek başıma geçirdiğim olağanüstü bir gündü, ama dedim ya yalnız da sayılmazdım aslında:) Bazı insanlar tek başına hiçbir yere gidemez, bense hem bana ayak uydurabilecek bir yoldaşım olmadığından hem de yalnız gezdiğim zamanlarda etrafımdakileri fark etmek adına algım %100 açık olduğundan, yalnız gezmeyi, özellikle böyle yerleri yalnız gezmeyi tercih ediyorum. Ama benim gibi yorulmayacak, ben rotayı çizerken gideceğimiz yerle ilgili araştırmalar yapıp da bana anlatabilecek bir arkadaşım olsaydı da fena olmazdı hani 🙂 Evet biliyorum bir bayanın tek başına hem de bu saatlere kadar hem de İstanbul gibi bir yerde gezmesi hiç uygun değill… Ama napiyim seviyorum işte